
Ağlayan bir çocuğa, "Git içerde ağla, bitince gel... Ağlayıp durma..." demek yerine sarılın, sıkı sıkı sarılın ve daha çok sarılın... Merak etmeyin şımarmaz! Sadece duygularını yaşamayı ve özgürce paylaşmayı öğrenir...
Korku, kaygı, endişe, öfke, kızgınlık, mutsuzluk, sakinlik, huzur, mutluluk, heyecan… saymakla bitmez pek çok duygumuz var ve hepsi de çok normal insani duygular. Bu duyguları yaşamamızda sıkıntı yok ama bastırmamızda sıkıntı var. Aslında bu duygular geldiğinde yaşamaya izin versek geçebilecek bir duyguyu yaşamamalıyım düşüncesiyle bastırdığımızda bu duygunun yükü altında eziliyoruz.
Olumlu diye nitelendirdiğimiz mutluluk, huzur, neşe vb. duyguları yaşamayı seçiyoruz ancak olumsuz diye nitelendirdiğimiz duygulardan kaçmaya çalışıyoruz; hatta öyle bir noktaya geliyor ki bu duygulara alerjimiz oluyor.
“Olumsuz insanlardan uzak dur!”
“Olumsuz duygulardan kaç”
“Bir ortamda olumsuz bir enerji varsa arkana bile bakma uzaklaş”
Oldu! Başka?
Olumsuz insanlar yanı başımızda ve uzaklaşamayacağımız yakınlıktaysa. Bizim kaçmaya ya da onları uzaklaştırmaya gücümüz olmayan konumları varsa ne yapacağız?
Bu bilgilerle kendimizi yiyip bitireceğiz. Çünkü bize uzun zamandır bunlar aşılanıyor. Olumsuzluktan kaçamayınca olumsuzluğun içine batıp olumluyu dahi göremeyecek seviyeye geliyoruz. Mutluluk bir duygu olmaktan çıkıp büyük bir hedef haline geliyor. Ulaşılamayacak bir hedefin peşinde savrulup yalpalayıp duruyoruz. Çünkü mutluluk bir hedef değildir tıpkı diğer duygular gibi bir duygudur.
Yaşayacağız mutsuzluğu da mutluluğu da. Mutsuzluğumuz bize ders olacak, mutluluğumuz nefes…
Hayatın ve evrenin bir dengesi var. Ne kadar olumlu varsa o kadar da olumsuz var ve her şey zıttı ile bütün bu hayatta; gece-gündüz, sıcak-soğuk, yaz-kış, acı-tatlı… Yazı kabul edip kıştan kaçabiliyor muyuz? Gündüzü kabul edip geceyi reddetmek nasıl olurdu? Hadi kaçalım olumsuz ya da eksi diye nitelendirdiğimiz durumlardan. Mümkün mü?
Duygular da aynı şekilde; olumlu ya da olumsuz nitelendirdiğiniz ne duygu varsa birini kabul edip öbürünü reddetmek ya da kaçmak mümkün mü?
Ben mümkün olduğunu görmedim, duymadım ve deneyimlemedim.
Öyle bir noktaya geldik ki üzüldüğümüz için kendimize kızar olduk çünkü hep bunu duyduk. “Bunda üzülecek ne var? Ne kadar saçma? Üzülme, ağlama…” Bu öğretildi bize ve biz de duygularımızı yaşadığımızda kendimizi daha da kötü hissediyoruz. Duyguyu bir derece hissedeceksem üzüldüğüm için kendime kızdığımda on derece daha yoğun hissederim ve bu duyguyla başa çıkmam ya da bu duyguyu düzenlemem çok daha zorlaşır.
Kahkaha atmak normal de ağlamak anormal mi?
Asla değil.
Siz ağlarken, duygu yoğunluğu yaşarken bir arkadaşınızın;
"Off sen de her şeye ağlıyorsun" diyerek kalkıp gittiğini düşünsenize?
Ne hissederdiniz?
Ne düşünürdünüz?
Ne yapardınız?
İşte ebeveyn de çocuğu bu şekilde terk edip gittiğinde muhtemelen çocuk da sizin hissettiklerinizi katbekat hissedecektir.
Burada bizler ne bekleriz yetişkin olarak. Anlayış, şefkat ve destek isteriz. Biz duygularımızı yaşarken tek ihtiyacımız bunlardır. Çözüm yolu üretsinler diye duygularımızı yaşamayız zaten çözüm yolunu biliyoruzdur sadece o an duyguyu yaşamaya ihtiyacımız vardır. Yaşadıktan sonra zaten geçecek ve yapmamız gerekeni yapacağız.
Şefkat; çok sevdiğim bir kelime aslında böyle durumlarda sadece şefkat görmemiz ya da karşı tarafa şefkat göstermemiz yeterli olacaktır.
Ne demek şefkat?
Kelime anlamı "birlikte acı çekmek" demek. Bu kelime özünde merhamet ve yardımı barındırır. En önemlisi de anlayışı! En basitinden karşımızdaki eğlenceli bir şey anlatırken onunla eğlenmek ya da üzücü bir şey anlatırken onunla üzülmek. İşte çocukların da en çok şefkate ihtiyacı var. Tıpkı hepimiz gibi...
Çocuklar bu duyguları yaşamayı öğreniyorlar aslında kriz anlarında.
Öfke krizi olacak tabii ki olmalı çünkü çocuk zamanla bunun üstesinden gelmeyi ve bu duyguyu yaşamayı öğrenecek. Öğrendiğinde saatlerce süren öfke nöbetlerinin ya da ağlamaların süresi kısalacak ve yetişkin olduğunda bunu içsel düzenlemeyle çok daha kolay atlatacak. Ancak öfkesini düzenlemek yerine bastırmayı öğrenen bir çocuk yetişkinlik hayatında tıpkı bir çocuk gibi öfke krizleri ve patlamaları yaşamaz mı? Çok muhtemel olduğunu düşünüyorum. Etrafınızda yok mu böyle yetişkinler?
Hem kendinize hem de çocuğunuza izin verin lütfen. Yaşayın duygularınızı, yaşatın çocuğun duygularını. Bastırmasın ve özgürce duygularını yaşarken yanında hep var olduğunuzu, onu anladığınızı bilsin ve hissetsin şefkatinizi.
Ben insanın kendine verdiği en büyük hediyenin duyguları yaşamak ve çocuğuna verdiği en büyük hediyenin ise duygularını yaşamasına izin vermek olduğunu düşünüyorum.
Çocuk, bu olumsuz dediğimiz duyguları yaşamasın diye sınır ve kural koymaktan da imtina ediyoruz zaman zaman.
“Aman şimdi yine başlayacak ağlamaya boş ver alma elinden tableti izlesin istediği kadar”
“Aman uyumasın şimdi sinirlenecek yine istediği zaman uyuturuz”
Ağlamasıyla ya da öfkesiyle baş etmeyi bilmediğimiz için ya da onun bu duyguları yaşamasını istemediğimiz, ona kıyamadığımız için sınırlar ve kurallar da çöpe gidiyor.
Sonra ne mi oluyor?
Sınırını bilmeyen, kural tanımayan bir nesil doğuyor. Bu nesil mutlu mu? Hayır bu nesil çok mutsuz ve doyumsuz oluyor. Hiçbir şeyden memnun olmuyor, ağzımızla kuş tutsak neden kuyruğundan tutmadın diye kızıyor, hiçbir şeyden keyif almıyor, her şeyden sıkılıyor, kullandıkları en güzel iki kelime; “SIKILDIM” ve “İSTEMİYORUM” oluyor. İşte bu nedenle sınır ve kural çok önemli. Yaşasın duygularını ve düzenlemeyi öğrensin yoksa bu duygularla özellikle ergenlik döneminde baş etmesi çok zor olabilir.
Biz çocukların ihtiyaçlarını karşılamalıyız rehber olarak her isteklerini değil!
Comments