Kıyaslamak; sadece yetersizlik hissine sebep olur ve özgüveni zedelemekten başka hiçbir işe yaramaz!
Her çocuk ya da her anne-baba aynı olmak zorunda değildir! Hepimizin yöntemi, karakteri, huyu ve mizacı bambaşkadır. Hepimizin aile dinamikleri bambaşkadır. Kendimizi ve çocuğu olduğu gibi kabul etmek bizi mutluluğa götürecektir.
Bazı çocuklar sporda, bazısı matematikte, bazısı edebiyatta bazısı da resim ya da müzikte iyidir. Çocuğun matematik başarısını öven tecrübeli çevrenin karşısında “Bizimkinde niye yok?” diye hayıflanmak ancak bizi mutsuz edecektir. “Bak onun çocuğu matematik dehasıymış sen neden değilsin? Çalış daha çok çalış, çalış, çalış…” Tabii böylece biz de çocuğa baskı yapıp onu mutsuz edeceğiz. Sonra iletişimimiz tamamen bozulacak ve uğraş ki düzeltesin. İletişimimiz baştan bozulmasın ve sağlıklı kalsın diye hem çocuğu hem de kendinizi tanıyın ve lütfen dış çevrenin sözlerinden bu kadar etkilenmemek için başta yaptığımız akıl süzgecini devreye sokun. Yoksa bunun sonu yok…
Kıyaslama ya da karşılaştırma dediğimiz bu kavram aslında bizim doğuştan getirdiğimiz bir dürtümüzdür der Leon Festinger. Kendimizi doğru değerlendirmek, insanlara kıyasla nasıl bir performans sergilediğimizi görmek, kendi konumumuzu fark etmek ve aslında tam olarak nerede olduğumuzu algılamak için bu kıyaslamayı yapıyoruz.
Festinger, Sosyal Karşılaştırma Teorisinde 2 çeşit karşılaştırma olduğundan bahseder:
1. Aşağı karşılaştırma,
2. Yukarı karşılaştırma.
Matematik örneğinde yukarı karşılaştırma örneği görüyoruz; yani sizden daha iyi olanlarla yapılan karşılaştırma. Aşağı karşılaştırma ise kendi konumunuzdan daha altta olduğunu düşündüğünüz insanlarla yapılan karşılaştırmadır. Bu karşılaştırma zaten doğal akışımızın içinde olan ve beynimizin otomatik yaptığı bir şeydir. Hedef koymak ya da hedeflerimize ulaşmak için motivasyon olabilir. Çabalamak için gereken bir motivasyon; ancak her şeyin olduğu gibi bunun da fazlası zehirlidir...
Peki bir çocuk bu örnekteki gibi sürekli yukarı karşılaştırmaya maruz kalırsa ne olur?
Özgüveni zedelenebilir, sevginin bir koşula bağlı olduğuna inanabilir, koşulsuz kabul edilmediğini ve sevilmediğini düşünebilir, kendini başarısız ve kusurlu hissedebilir... Uzar da uzar...
Her zaman söylediğim gibi (tekrarlamaktan da hiç vazgeçmeyeceğim); her çocuk tektir ve her çocuk biriciktir. Tek istekleri oldukları gibi kabul görmektir. Siz olduğunuz gibi kabul edilmek istemez miydiniz?
Tamam çocuğu tanıyalım, olduğu gibi kabul edelim de sınırlarımızı da koyalım. Sınırları da çocuğun duygularına ve düşüncelerine değil zararlı davranışlarına koyalım. Çünkü yetişkin beyni ve çocuk beyni çok farklıdır. Ben size açıklama yapmadan “yapma” desem, bunun nedenini ve sonucunu yetişkin aklınızla kavrarsınız ancak bir çocuk “yapma” dendiğinde bunun nedenini ve sonucunu kavrayacak gelişime henüz sahip değildir. Hobi olarak yine “yapma, etme” diyebilirsiniz tabii ki ancak hiçbir sonuca varamayacağınızı bilin. Siz yorulmayın diye söylüyorum.
Sesleri duyuyor gibiyim, peki ne yapalım?
留言